Edebi kimden öğreneceğiz?
Reklam
Reklam
  • Reklam
Op. Dr. Muzaffer Yurttaş

Op. Dr. Muzaffer Yurttaş

Edebi kimden öğreneceğiz?

10 Mart 2020 - 09:33

Edebiyat deyince ilk aklıma gelen kelime “edeb” olur. Ne zaman elime bir kitap alsam, bir şiir okusam, bir hat yazısına baksam “Edeb Ya Huu” sözü gelir hayalime. Her makamın kapısına, her sokağın başına bu sözü çerçeveletip astırmak gerek belki de. Hacı Bektaş Veli ““Eline, beline, diline hakim ol. Aşına, eşine, işine sahip ol. Elin açık, gönlün açık, sofran açık olsun. Ayıpları ört, sırları tut, öfkeni de yut” diyerek ne güzel söylemiş. Her kelime güzeldir, her söz anlamlıdır ama sanırım “edeb” kelimesi hepsinin önünde gelir.

“Edepli edebinden susar da, edepsiz ben susturdun zannedermiş”  Edepliye ” edebi nereden öğrendin?” demişler. O da “edepsizden” diye cevap vermiş. Nezaket, zarafet, fazilet ve edep gibi kavramlar gün geçtikçe önemini yitiriyor, bunlar tarihi bire sözcük olarak küflü depolarda çürümeye terk mi ediliyor? Yeni neslin söz dağarcığında bu kelimeler yok olmaya mahkum mu? Acaba edebi takdir edecek büyükler kalmadığı için küçüklerde bu sözler giderek önemsizleşiyor mu? “Özgüven”, “medeni cesaret” diye kişisel gelişim adı altında “saygısızlık ve edepsizlik” pompalandığının, büyüğünün karşısında “özgür” “itirazcı gençlik” palavraları ile “ukala” bir nesil yetiştirildiğinin farkına ne zaman varacağız? Zenginliğimiz, kişi başı milli gelirimiz, evimiz, arabamız, paramız ve pulumuz artarken “edebimiz” azalıyor mu? Yoksa bunlara önemsiz, sıradan hasletler diye mi bakıyoruz? Söz verdiğinde sözünde durmayı, vefayı, gönül almayı, vicdanlı olmayı sıradan kavramlar, önemsiz konular olarak mı görüyor akademisyenlerimiz ve eğitimcilerimiz?

Hazreti Mevlana; ‘’İnsanla hayvan arasındaki fark edeptir’’ demiyor mu? Şimdi öyle eğitilmiş, öyle edepli, öyle terbiyeli hayvanları görünce bazen insanlığımızdan utanıyoruz. Gazetelerde, televizyonlarda rastladığımız şiddet, vahşet görüntülerini görünce “bunu bir hayvan yapmaz” diyoruz ama insanlığımıza bir göz gezdirmeye çalışmıyoruz.

Türkmen kocası derviş Yunus; Girdim ilim meclisine, eyledim kıldım talep, dediler ilim geride, illa edep illa edep” diyerek alınan diplomanın, elde edilen sertifikanın, kazanılan akademik unvanın öncesinde edebin elde edilmesinin zaruri olduğunu ayan beyan ortaya koyuyor.

Edep, nefsini tanıyıp haddini ve hukukunu bilmektir. Edep, aciz bir kul olduğunu idrak edip Yüce Mevla’ya yönelmektir. Edep, kibrini kırıp tevazuya sarılmaktır. Edep, dünyanın fani olduğunu anlayıp baki olan alem için hazırlık yapmaktır. Edep, ahlaklı, vefalı olmaktır. Edep, üç günlük dünya hayatı için fırıldak olmamak, adam gibi yaşayıp adam gibi ölmektir. 

Peygamberimiz (S.A.V) edep hakkında şöyle buyurmaktadır: “Bir baba, evlâdına edepten daha iyi bir armağan vermiş olamaz.” “Bir çocuğun ana baba üzerindeki hakkı ona güzel bir isim vermesi, iyi bakması, güzel  bir edeple yetiştirmesidir” diyerek evlatlarımıza bırakılacak en güzel mirasın onları en iyi şekilde yetiştirmek olduğunu ne güzel ifade ediyor. Güzellik Mevla’nın bir lütfudur, edep ise kişinin gönül aynasıdır. “Testi içinde ne varsa onu sızdırır”

Toplumsal huzurun, barışın ve sevginin hakim olması için her birimize ayrı ayrı görevler düşüyor. Önce herkes kendi evinin önünü süpürmeyi öğrenecek. Alışverişinde, konuşmasında, ilişkilerinde ahlaklı olmayı, kul hakkı gözetmeyi bilmeyen insanlardan meydana gelen toplumlarda huzur ve sükunun sağlanması zor görünüyor. Sanatta, edebiyatta, siyasette “edebi” baş tacı etmeden huzurlu bir geleceği umut etmek mümkün görünmüyor. Kul hakkı yiyerek mülk sahibi olmayı, başkasının sırtına basarak yükselmeyi, beraber yürüdüklerine çelme takarak ve çamur atarak öne geçmeyi marifet zanneden zavallılar yanlış yolda olduklarını ancak ömürlerinin sonunda anlayacaklar ama heyhat ki ömür bitmiş olacak. “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak” diyecek bir uyarıcıya, “gittiğiniz yol yol değildir” diyecek bir trafik işaretine ihtiyacımız var belki de. İşte o levha “Edep Yaa Huu” olabilir mi?

Rahmetli babaannem tam bir Anadolu kadınıydı. Bir leğen bazlama ekmeği yapar, gelip geçene “kokusu gelmiştir, göz hakkıdır” diye yarısını konu komşuya dağıtırdı. Yaşadığımız mahallede Ramazan ayında akşam vakti dış kapıyı kapalı tutmak ayıp sayılırdı. Şimdi yediklerini içtiklerini ulu orta paylaşan, lüks restoranlarda sokaklara taşan masalarda yemek yemeyi bir matah zanneden bizler atalarımızın o hassasiyetini, inceliğini, nezaketini ne çabuk unuttuk? “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” düsturunu sadece zihnimizde bir slogan olarak hatırlamaktan daha başka ne yapıyoruz? Uzaya yolculuk yapan insanoğlu karşı komşusuna gidemez, komşusunun öldüğünü mahalleyi koku sarınca anlar hale gelmişse, başımızı ellerimiz arasına alıp düşünmenin vakti geçmek üzeredir.

Edebin, ahlakın, hürmetin, nezaketin hakim olduğu bir toplum oluşturmak için çırpınan, sevginin ve saygının önemini anlatan, “baki kalan bu kubbede hoş bir sada bırakmayı” en büyük meziyet bilen herkese selam ve muhabbetle!

YORUMLAR

  • 1 Yorum
  • Bülent BAYIR
    2 yıl önce
    Ağzına, kalemine sağlık hocam. Çok güzel özetlemişsiniz günümüzün toplumsal sorununu.

Son Yazılar